Ataraksiya.
Neden soruyorsun?
Neyi soruyorum?
Seni ne kadar sevdiğimi!
Duymak istiyorumdur belki de…
Bazı şeyleri duymak isteriz ve bazılarından ise nefret ederiz. Hayatın akışına oranladığımızda ise karşımıza korkunç bir tablo çıkıyor. Bir duymak istediğimiz duymuşsak on duymak istemediğimizi duymuşuzdur. Ve hep bu yüzden sorarız belki de cevabını bildiğimiz soruları. Oranlar biraz daha birbirine yaklaşsın diye.
Şimdi fark ettim de kalemi eline alınca insan yazmak istediği ne kadar çok şey geliyor akıla öyle. Her şey hücum ediyor sanki, imgeler arasında kayboluyorsun. Ne yazmalıyım diye düşünüyorsun ve sonra nereye gitti belli olmayan cümleler yaydan çıkan ok gibi saplanıyor bir yerlere. Şimdi aynen o durumdayım. Sanırım uzun süre bir şeyler karalamamanın yan etkisi, musluğu açık bırakıyorum dolsun lavabo, ayaklarım bile ıslanır belki.
Artık yanımdan hiç ayırmayacağım bir küçük not defteri ile dolaşacağım. Aklıma geleni, geldiği yerde ve zamanda ölümsüzleştireceğim.
Sıkıldım… Gerçekten ben nasıl bir insanım çok merak ediyorum. En sevdiğim şeylerden birisi yazmak olmasına rağmen üç beş kelime yazınca sıkılıyorum. İçsel bir devinimin patlaması göğsümde yüksek bir baskıya sebep oluyor. Sakın ha şu kelimelerin öyle düşünülüp de yazıldığını filan sanmayın. Hepsi anlık şeyler ve ifadeler. Bak yine mevzu dağıldı görüyor musun. İşte ben bu yüzden hiçbir zaman başarılı bir yazar olamayacağım… Bunu biliyorum, adımın ve soy adımın harfleri toplamının “on” olduğunu bildiğim kadar.
Şimdi ise hangi konuya değinmem gerektiğine karar vermeye çalışıyorum, görüyorsunuz aklımın nasıl işlediğini. O yüzden bana sormayın “niye böyle yapıyorsun” diye. Ben kendim bile bilmiyorum niye böyle olduğunu. Neden, niçin, niye vs vs hayatta duymaktan en çok nefret ettiğim soruların başında gelir. Kaçamak sorulardır bunlar. Karşındakini anlamamışsındır, belki onu anlayacak yapıda değilsindir ya da o sırada muhtemelen benim gibi aklında onlarca soru vardır. Önemli noktayı es geçmişsindir ve sorarsın. Neden?
Ne cevap beklersin ki? Zaten önemli olsa hiç yoktan anlama zahmetine girerdin. Niye?
Sana ne! Hayatının beş dakikasını Beni anlamak için beyin hücrelerini çalıştırmak için kullansaydın bu soruyu sormak zorunda kalmazdın. Ama bencilliğin, yüzündeki maskenin altında gizli bir günah sanki. Hazırcılık en kolayı,”ben niye anlayayım ki, sen anlatıver gitsin!” Sonra alınan cevaplar yüzde tokat gibi patlarken, içimdeki hazzın suratımda oluşturduğu yan etkiyi tedavi edecek hiçbir doktor yoktur. Ucum bitti şunu yazarken, kaleme yeni bir şarjör taktım, çok seri ateş ediyorum bu gece. Merminin biri sana biri berikine biri ötekine, ara sıra sekip kendime de geldiği oluyor ama çok da şeyimde değil açıkçası. “Beni öldürmeyen şey güçlendirir” ve ben kolay kolay ölmem. Ama içimdeki bazı şeyleri soğuk kanlı bir seri katil edasıyla öldürebilirim. Acımadan. Gözünün yaşına bakmadan. Çoluğu çocuğu varmış, arkasında bir karısı varmış dinlemeden.
Duygusuz bir insanmıyım ben? Sanırım evet. Sadece kelimelerle oynadığım gibi hissiyatlarla da oynayabiliyorum. Belki onların ne kadar değerli şeyler olduğunu hiçbir zaman anlayamayacağım için, “bir milyon” cudan alınan alelade bir şey gibi parçalandığını gördüğümde hiçbir şey hissetmiyorum. Bu noktada beni tanıyanların aklına hemen şu gelecek. “Niye ondan ayrıldığın dönemde bok gibiydin?” Bunu gerçekten düşündüm ve vardığım sonuç yüzünden yukarıdaki kendim ile ilgili çıkarımı yazdım. Ben bir çocuktum, yaramaz bir çocuktum ve o oyuncağım gibiydi. Elimden alınınca her çocuğun vereceği tepkiyi verip yaygarayı bastım ve yine her yaramaz çocuk gibi tekrar sahip olunca hiçbir değeri kalmadı. Oyuncak sepetine bir daha dokunulmamak üzere geri atıldı. Bunu fark ettiğimde dehşete kapıldım. Oysa ben kendimi hissiyatlı bir insan sınırdım. Meğerse hepsi yüzdeki bir maskeymiş. Onun altında ise kocaman bir boşluk yatıyor. Hiçbir şeyin dolduramayacağı, hiçbir şeyin uzanamayacağı içinde sadece benim olmayan hissiyatların bulunduğu bir boşluk. Kıyısına oturduğunuz zaman göz alabildiğine mavilikle boyanmış bir okyanus gibi. Bakıyorsun ve hiçbir şey göremiyorsun. Maskeye bakıyorsun, ideal kişi çıkıyor. İşte ataraksiya tam olarak bu olsa gerek.
Yazarın kişisel notu: Amma çok “hiçbir şey” kullanmışım.